Jan 6, 2013

Fashioning Fashion

Yeni yılı da atlattığımıza göre artık hayata devam edebiliriz değil mi? =) Şimdi İstanbul'dan biraz(cık) uzaklara ama bana hiç bir zaman uzak olmamış sevgili(m) Paris'e gidiyoruz. Biliyorum hala gezi fotoğraflarına da devam edemedim, ama şimdilik kendimi affettirmek için Paris'in en ünlü ve pahalı caddelerinden biri olan Rue de Rivoli'deki Les Arts Decoratifs'e gidiyoruz. Ve evet maalesef bu sefer sadece web siteleri üzerinden bulunan fotoğraflardan oluşuyor. 

Burası, Paris'te sürekli modayla ilgili sergileri de içinde barındıran kocaman bir alan ve ben de en son Louis Vuitton/Marc Jacobs sergisine gitmiştim. Şimdiyse 1700-1915 yılları arasındaki giyimle ilgili süreci anlatan bir sergi bulunmakta ve gidemediğime yanmaktayım-hele de tez konum giyim ile ilgiliyken-. Tamam hadi itiraf ediyorum, ben daha Monet sergisine de gitmedim ama ne yazık ki o da yarın sona eriyor ve buna rağmen gidemeyecek olmamdan ötürü bu konuyu hemen geçiyorum. 

Bu arada, İstanbul'daki sergilerin cılkı mı çıkmış sorularını da duyar gibiyim. Tabi ki hayır, ancak şunun da farkındayım ki bizler akşam haberlerinde "sadece Türkiye'yle ilgili haberleri" izleye dururken, yabancı bir basına sadece birkaç dakika göz atmak bile, bizim görüp duymadığımız bir sürü önemli, dünyayı ayağa kaldıran haberlerin aslında ne kadar fazla olduğunu anlamaya yetiyor ve biz bunları ya çok sonradan ya da hiç öğrenemeden tarihte yerlerini alıyorlar. Aslında sadece şunu demek istiyorum: yaşadığımız yer dünyanın merkezi değil ve bu şehrin dışında da hiç bilmediğimiz tonlarca olay, kişi, fotoğrafçı, sergi vb. bir sürü şey var. O yüzden bizim konu alanımız "giyim kuşam" -kesinlikle sadece moda değil- olduğu için size Les Arts Decoratifs'deki bu sergiden bahsedeceğim ve eğer ki yolu Paris'e düşecek olan olursa, kesinlikle görülmeye değer olduğu ve bu muhteşem kumaşların arasında kaybolunacağı kanısındayım. 








                                                                                                                







Sergi, kadınların hareket kabiliyetini her daim sınırlamış olan, kadınlara "işlevsizlik" görevini başarıyla yükleyen korseyle başlıyor.










 1700'lerin sonuna doğru, George Brummel'in önderliğindeki dandyleri (dandizm) görüyoruz; sans-culotte yani "donsuzlar" dediğimiz ki aslında kelime anlamı olarak aslında baldırı çıplaklar yani tayt tarzı pantolonları giymeyi reddeden devrimci yoksul sınıf söz konusu. 






Endüstri Devrimi'yle, makinalardaki artışla beraber kıyafet lüks olmaktan çıkıp, toplumdaki her kesimin ulaşabileceği bir hale geliyor. 

1850'lerde, kıyafetlerde Japon etkisi görülüyor. Bu dönemde kimonolar ve Japon esintili elbiseler balolarda giyilmeye başlanıyor. 

Bu dönemde aynı zamanda haute couture'ün doğuşu da söz konusu. Peki neden? Çünkü artık toplumdaki her bir sınıf benzer kıyafetlere ulaşabiliyor ya da endüstri devrimi sayesinde bir benzerlerini kendileri dikiyor ve haliyle burjuvalar da alt tabakayla aynı kıyafetleri giymek istemiyor. Dolayısıyla, kişiye özel tasarımla beraber sadece kendilerine özel dikim yaptırtarak bu rahatsızlıklarını gidermeyi başarıyorlar ve "haute couture" doğuyor. Burada da ilk tasarımcılardan Paul Poiret'nin gene Japon esintili ve cafcaflı renklerde tasarımları ortaya çıkıyor.


                                               Paul Poiret




                                                Mario Fortuny






1900'lerin başında "Türk Şalvarı" adıyla da alınan şalvarların etkisini görüyoruz.







Paul Poiret'nin tasarladığı "1001 Gece" adlı "turban"



Bu linkten kronolojik olarak kıyafetlere bakabilir ve isterseniz ingilizce butonuyla değiştirebilirsiniz :

http://www.lesartsdecoratifs.fr/francais/mode-et-textile/accueil-65/bandeau-648/francais/mode-et-textile/collections-72/frise-chronologique/

Fotoğraflar : buradan

0 comments:

Post a Comment